باب: قول الله
تعالى:{يا
أيها الذين
آمنوا شهادة
بينكم إذا حضر
أحدكم الموت
حين الوصية
اثنان ذوا عدل
منكم أو آخران
من غيركم إن
أنتم ضربتم في
الأرض
فأصابتكم
مصيبة الموت
تحبسونهما من
بعد الصلاة
فيقسمان
بالله إن
ارتبتم لا
نشتري به ثمنا
ولو كان ذا
قربى ولا نكتم
شهادة الله
إنا إذا لمن
الآثمين. فإن
عثر على أنهما
استحقا إثما
فآخران
يقومان
مقامهما من الذين
استحق عليهم
الأوليان
فيقسمان
بالله لشهادتنا
أحق من
شهادتهما وما
اعتدينا إنا
إذا لمن
الظالمين. ذلك
أدنى أن يأتوا
بالشهادة على
وجهها أو
يخافوا أن ترد
أيمان بعد
أيمانهم
واتقوا الله
واسمعوا
والله لا يهدي
القوم الفاسقين}
/المائدة: 106 - 108/.
عثر: ظهر.
{أعثرنا}
/الكهف: 21/: أظهرنا.
35. "Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri)
geldiği zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden
iki adaletli şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış
iseniz, ölüm (emareleri de) size gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit
tutmaktır. Eğer (bunlardan) şüpheye düşerseniz, namazdan sonra onları alıkorsunuz. Onlar da Allah'a şöyle yemin ederler:
"Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah'ın
şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi halde günahkarlardan
oluruz".Eğer o iki şahidin bir günah işledikleri anlaşılırsa ölene daha
yakın olan hak sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçerler ve:
"Bizim şahitliğimiz, önceki iki kişinin şahitliğinden daha doğrudur. Biz
kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi halde biz de zalimlerden olurduk"
diye Allah'a yemin ederler. İşte bu, şahitliklerini gerektiği gibi yapmaları, yahut yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul
edilmemesinden korkmaları için en iyi yoldur. Allah'tan korkun ve emirlerini
dinleyin. Allah, doğru yoldan çıkan bir topluluğu hidayete erdirmez." [Maide 106-108] AYETİ HAKKINDA
وقال
لي علي بن عبد
الله: حدثنا
يحيى بن آدم:
حدثنا ابن أبي
زائدة، عن
محمد بن أبي
القاسم، عن
عبد الملك بن
سعيد بن جبير،
عن أبيه، عن
ابن عباس رضي
الله عنهما
قال: خرج
رجل من بني
سهم مع تميم
الداري وعدي
بن بداء، فمات
السهمي بأرض
ليس بها مسلم،
فلما قدما
بتركته فقدوا
جاما من فضة
مخوصا من ذهب،
فأحلفهما
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم، ثم وجد
الجام بمكة،
فقالوا: ابتعناه
من تميم وعدي،
فقام رجلان من
أوليائه، فحلفا:
لشهادتنا أحق
من شهادتهما،
وإن الجام
لصاحبهم. قال:
وفيهم نزلت
هذه الآية: {يا
أيها الذين
آمنوا شهادة
بينكم}.
[-2780-] İbn Abbas r.a.'dan nakledilmiştir:
Sehmoğullarından biri Temim-i Dari
ve Adiyy İbn Beda' ile yolculuğa çıkmıştı. Sehm
oğullarından olan kişi hiçbir Müslümanın bulunmadığı
bir yerde öldü. Arkadaşları geride kalan mallarını toparlayıp akrabalarına
getirdiklerinde altın kaplamalı gümüş bir vazosunu bulamadılar. Akrabalarının
başvurusu üzerine Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ölen kişinin iki yol arkadaşına yemin ettirdi. Sonra
söz konusu vazo Mekke'de bulundu. Vazonun son sahipleri: "Biz bunu Temim
ve Adiyy'den satın aldık" dediler. Ölen Sehmoğulları mensubu kişinin velilerinden iki kişi
kalkarak: "Bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir. Bu
vazo, adamımızındır" diye yemin ettiler. el-Maide
suresinden 106-108. ayetler bunun üzerine indirildi.
Diğer tahric: Tirmizi
Tefsirul Kur’an; Ebu Davud, Akdiye
AÇIKLAMA: Zeccac, Meani'l-Kur'an adlı eserinde
"Bu üç ayet, irab, hüküm ve anlam açısından Kur'an'ın çözülmesi en zor ayetlerindendir" demiştir.
Ölenin akrabalarından olan bu iki kişinin yeminleri diğerlerinin yeminlerinden
daha önceliklidir. Çünkü bunlar onun akrabaları ve aşiretidir. Yakınlık ve
akrabalık bağlarından dolayı da onların bilgileri daha fazladır.
Temım-i Dari, meşhur sahabidir.
Bu olay, Temım müslüman
olmadan önce olmuştur. Hadisin bazı rivayetlerinde, İbn
Abbas bunu, Temım'in kendisinden nakletmiştir. el-Kelbı, bu rivayeti daha açık bir ifade ile şöyle nakleder: İbn Abbas aracılığı ile Temım-i Dari'den nakledilmiştir: Temım
diyor ki: Benim ve Adiyy b. Beda'nın
dışındaki bütün insanlar bu ayetten beridir ...
Bu ikisi Hıristiyan idiler ve İslam öncesinde Suriye'ye gidip gelirlerdi.
Yine ticaret için Suriye'ye gittikleri bir yolculukta dönüşte Sehm oğullarının anlaşmalısı / müttefiki olan biriyle
karşılaştılar. O kişi, yolda hastalandı ve terekesini ailesine götürmelerini
istedi. Ölünce bunlar onun terekesinden en değerli malı olan vazoyu aldılar ve
bin dirheme satıp aralarında paylaştılar.
İbn Cüreyc'in İkrime'den
rivayetine göre bu adam, hastalanınca vasiyetini kendi eliyle yazıp eşyasının
arasına saklamıştı. Sonra onlara (malını ailesine) götürmelerini vasiyet etti.
Ölünce bu ikisi onun eşyasını açtılar. .. Sonra
ailesine onun malları arasından dilediklerini verdiler. Ailesi eşyasını açtı ve
vasiyeti buldu. Vasiyette yazılı olan bazı şeyleri bulamamışlardı. Bunun
üzerine eşyayı getiren iki adama sordular, onlar da inkar
ettiler. Ailesi, olayı Hz. Nebi'e anlattı. Bu olay
üzerine bu ayetler indi ve Hz. Nebi onların yemin etmelerini istedi.
Kelbi'nin rivayetine göre Temım diyor ki:
Müslüman olunca bu yaptığımı bir türlü kabullenemedim. Gidip ailesine olanı
biteni anlattım ve onlara beş yüz dirhem verdim. Arkadaşımda da bu miktarda
para bulunduğunu söyledim.
Hadisten Çıkan Sonuçlar
1- Bu hadis, yeminin davacıya da teklif edilmesinin caiz
olduğunu gösterir. Davacı yemin eder ve malına sahip olur. Bu konu ileride
gelecektir.
2- Bu hadis, gayrimüslimlerin şahitliğinin geçerli olduğunu
gösterir. Çünkü ayetteki "ğayr" sözcüğü ile
ğayrimüslimler kastedilmiştir. Ebu
Hanife'nin ve öğrencilerinin görüşü de budur. Ancak Ebu
Hanife, ayetin zahirine uymamakla eleştiriliniştir.
Çünkü Ebu Hanife ğayrimüslimlerin
Müslümanlar aleyhine şahitliğini kabul etmez. Ğayrimüslimlerin
birbiri aleyhine olan şahitliklerini kabul eder.
Bu eleştiriye şu cevap verilmiştir: Ayet, açık ifadesi (mantuk) ile gayrimüslimin Müslüman aleyhine şahitliğinin kabul
edildiğini gösterir. Buradan gayri müslimlerin
birbiri aleyhine şahitliklerinin geçerli olduğu evleviyetle anlaşılır. Sonra
gayrimüslimin Müslüman aleyhine şahitliğinin kabul edilmeyeceği konusunda başka
bir delil gelmiştir. Gayrimüslimlerin birbirinin aleyhine şahitliğinin
geçerliliği ise olduğu gibi kalmıştır.
Bazı fakihler, bu şahitliğin kabul edilmesini, şahidin ehl-i kitaptan olması, vasiyet edilmesi ve olay sırasında Müslümanın bulunmaması şartına bağlamışlardır. İbn Abbas'ın, Ebu Musa el-Eş'arı'nin, Said İbnü'I-Müseyyeb'in, Şureyh'in, İbn Sirin'in, Evzai'nin, Sevri'nin, Ebu Ubeyd'in ve Ahmed İbn Hanbel'in
görüşü budur. Bu fakihler, ayetin zahirini esas almışlar ve yukarıda geçen
hadisle bunu desteklemişlerdir. Çünkü hadisteki olayın akışı ayetin zahirine
uygundur.
Bazı fakihler ise şöyle demişlerdir: Ayetteki "gayr"
sözcüğü ile ölenin aşireti kastediimiştir. Buna göre
ayetin anlamı "sizden veya aşiretinizden veya sizin dışınızdan ya da
aşiretiniz dışında iki kişi" demektir.' Hasen-i Basrı'nin görüşü de budur.
Bazı müctehidler ise bu ayetin
"Razı olduğunuz şahitlerden ... " ayeti ile neshedildiğini savunmuşlar ve fasıkın
şahitliğinin reddedileceği hususunda icma edildiğini
belirterek gayrimüslimin fasıktan daha kötü olduğuna
dikkat çekmişlerdir.
Birinci görüş sahipleri buna şu cevabı vermişlerdir: İhtimalle
ayet neshedilmiş sayılmaz. İki delili uzlaştırmak
birini büsbütün hükümsüz kılmaktan iyidir. Kaldı ki Maide
suresi en son inen surelerden biri olup, İbn
Abbas'tan, Aişe'den, Amr İbn Şurahbil'den ve selef alimlerinden bir gruptan "Maide
suresinin tamamen muhkem olduğu"na dair sözler nakledilmiştir. İbn Abbas'tan bu ayetin, yanında hiçbir Müslüman olmaksızın
yolculuk sırasında ölen bir kişi hakkında indirildiği nakledilmiştir. Ahmed İbıı Hanbel
de bu ayetin neshedildiğini savunanlara karşı
çıkmıştır. Ebu Musa el-Eş'arı'den
sağlam bir yolla naklediimiştir ki bu ayetin hükmü,
Hz. Nebi'in Sallallahu
aleyhi ve sellem vefatı sonrasında uygulanmıştır.
Ebu Davud, Şa'bi'den
şöyle nakletmiştir: Müslümanlardan biri Dekuka adlı
mevkide ölmüştü. Yanında Müslümanlardan hiç kimse yoktu. (Ölmeden önce) ehl-i kitaptan iki kişiyi şahit tuttu. Onlar onun
terekesini ve vasiyetini Kufe'ye getirdiler. Eş'arı böyle bir olayın Hz. Nebi dönemindeki olaydan sonra
ta o güne kadar yaşanmadığını bildirdi. (Onları ikindi vaktine kadar bekletti).
İkindiden sonra onlara "hıyanet etmedik, yalan söylemedik, saklamadık,
değiştirmedik" diye yemin ettirdi. Sonra onların şahitliğini geçerli
saydı.
باب:
قضاء الوصي
ديون الميت
بغير محضر من
الورثة.
36. VASİNİN ÖLENİN BORÇLARINI MİRASÇILAR YANINDA YOKKEN ÖDEMESİ
حدثنا
محمد بن سابق،
أو الفضل بن
يعقوب عنه: حدثنا
شيبان أبو
معاوية، عن
فراس قال: قال
الشعبي: حدثني
جابر بن عبد
الله
الأنصاري رضي
الله عنهما:
أن
أباه استشهد
يوم أحد، وترك
ست بنات، وترك
عليه دينا،
فلما أحضر
جداد النخل،
أتيت رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
فقلت: يا رسول
الله، قد علمت
أن والدي
استشهد يوم
أحد، وترك
عليه دينا
كثيرا، وإني
أحب أن يراك
الغرماء، قال:
(اذهب فبيدر
كل تمر على
ناحيته). ففعلت،
ثم
دعوته، فلما
نظروا إليه
أغروا بي تلك
الساعة، فلما
رأى ما يصنعون
أطاف حول أعظمها
بيدرا ثلاث
مرات، ثم جلس
عليه، ثم قال: (ادع
أصحابك). فما
زال يكيل لهم
حتى أدى أمانة
والدي، وأنا
والله راض أن
يؤدي الله
أمانة والدي،
ولا أرجع إلى
أخوتي بتمرة،
فسلم والله البيادر
كلها، حتى أني
أنظر إلى
البيدر الذي
عليه رسول
الله صلى الله
عليه وسلم
كأنه لم ينقص
تمرة واحدة.
قال
أبو عبد الله:
أغروا بي:
يعني هيجوا
بي. {فأغرينا
بينهم
العداوة
والبغضاء}.
[-2781-] Cabir İbn Abdullah el-Ensari r.a.'den nakledilmiştir: Babası (Abdullah) Uhud savaşında şehit edilmiş, geride altı kız ve borç
bırakmıştı.
(Cabir olayı şöyle anlatıyor:) Hurmalar devşirilip getirilince
Allah Resulü'ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem geldim. "Ey Allah'ın Resulü! Biliyorsun ki
babam Uhud savaşında şehit edildi. Çok da borcu var.
Ben alacaklıların. seni görmesini arzuluyorum"
dedim. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Git hurmaları cinsine göre ayrı ayrı ser"
buyurdu. Ben de öyle yaptım. Sonra onu çağırdım. Alacaklılar hurmaları görünce
üzerime üşüştüler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların bu yaptığını görünce en büyük
harmanın/serginin etrafında üç kez dolaşıp oturdu. Sonra "alacaklılarını
çağır" buyurdu. Hz. Nebi alacaklılara ölçüp ölçüp
veriyordu. Böylece babamın borcu tamamen ödendi. Ben kız kardeşlerime tek bir
hurma bile kalmayacak olsa da babamın borcunun ödenmiş olacağı için mutluluk
duyuyordum. Sonuçta bütün hurma sergileri yerli yerinde duruyordu. Ben Allah
Resulü'nün başında durduğu sergiye şöyle bir baktım. Sanki tek bir hurma bile eksilmemiş
gibiydi.
AÇIKLAMA: Vasi’nin ölenin borçlarını mirasçılar yanında
yokken ödemesi konusunda Davudı, Alimler
arasında bu konuda bir görüş ayrılığının olmadığını ve bunun caiz olduğunu
söylemiştir.